9 Aralık 2010 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. BAKARA SURESİ (197-213) (14)

Euzübillahimineşşeytanirracim,

Bismillahirrahmanirrahim

Sevgili dostlar tefsir dersimize 197. ayetten bakara suresinin 197. ayetinden devam ediyoruz.
197-) ElHaccü eşhürun ma'lumât* femen ferada fiyhinnel Hacce felâ rafese ve la füsûka ve lâ cidâle fiyl Hacc* ve ma tef'alû min hayrin ya'lemhullâh* ve tezevvedû feinne hayrez zadit takvâ* vettekuni yâ ulil elbâb;
Hac, bilinen aylardadır. Her kim o aylarda hacca başlayıp kendisine farz ederse; artık hacda kadına yaklaşmak, günah işlemek ve kavga etmek yoktur. Siz hayırdan ne işlerseniz, Allah onu bilir. Kendinize azık edinin. Şüphesiz ki azıkların en hayırlısı Allah korkusudur. Ey akıl sahipleri! Benden korkun!
(e.m.)

Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda haccı edâya azmederse, artık hacda seviyesiz konuşmalar, hacca yakışmayan davranışlar, fiiller, kavga yapmamalıdır. Ne hayır yaparsanız Allâh bilir. Azıklanın ki en hayırlı azık takvadır (Allâh için beşeriyetinin noksanlarından korunma). Ey derin düşünen akıl sahipleri, benden korunun (yanlış yapmanız yüzünden karşılığını vermemden korunun)!(A.Hulusi)


ElHaccü eşhürun ma'lumât Hacc, bilinen aylardadır. Biz bu ibarenin ne anlama gelebileceğini geçtiğimiz derste işlediğim için şimdilik bu ibareyi geçtiğimiz derse havale ederek devam ediyoruz.

femen ferada fiyhinnel Hacce felâ rafese ve la füsûka ve lâ cidâle fiyl Hacc Kim söz konusu zamanda haccı eda ederse ona hacda rafes yoktur, füsûk yoktur, cidâl yoktur.

Rafes, dil ile yapılan tüm çirkinliklere denilir.

Füsûk, Hal ve beden ile yapılan, eylem olarak yapılan tüm çirkinliklere denilir.

Cidâl ise, haklı olduğunuz bir konuda başkalarıyla tartışmaya, atışmaya ve çatışmaya denir.

Aslından bu 3.nü yan yana koyduğumuzda Hacc da Allah’ın haram kıldıklarının değil, haram kılmadıklarının yasaklandığını görüyoruz. Normal zamanlarda haram olan küfür değildir Rafes. Ondan da öte çirkin, yakışıksız söz. Karşıdakini incitme ihtimali olan söz. Aslında Rafes, cinsellikle ilgili tüm konuşmalara verilen isimdir. İki mahrem arasında, karı koca arasında, birbirleriyle nikah akdi ile bağlanmış iki kişi arasında geçmesi gereken konuşmalara verilen isimdir. Bu eğer başka yerde geçerse, başkaları buna şahit olursa o zaman Rafes olur.

Ama genel manada Rafes, her türlü çirkin yakışıksız, şık düşmeyen söz demektir. Yani hacca giden bir insan Allah’ın yasaklarını yapmadığı gibi, hacc süresince, ihramlı olduğu sürece Allah’ın yasaklamadığı fakat ayıp kaçan, çirkin kaçan, şık düşmeyen amelleri, sözleri ve davranışları da yapmamalı. Yoksa femen ferada fiyhinnel Hacce felâ rafes diye başlayan bu ayette kim bu zaman zarfında Haccı eda ederse, bunları yapmasın denmezdi. Her zaman haram olan şeyler olsaydı.

Demek ki Hacda insandan daha ekstradan bir şeyler isteniyor. Hacda insandan daha rafine olması isteniyor. Allah’a daha yakın olduğu için, Allah’a karşı değil yasakları, ayıp bile işlememesi, Allah’a karşı şık düşmeyen şeylerden kaçınması isteniyor. İşte onun için birincisi kavli çirkinliklerden, ikincisi ameli çirkinliklerden, üçüncüsü de her türlü ağız dalaşından, kavgadan, gürültüden kaçınması isteniyor.

Yine Cidal’in tefsirinde demiştim ki cidal, kişinin haksız değil, haklı olduğu halde karşıdakiyle kavgaya girmez. Eğer haklı iseniz bile hacc da muhatabınızla, kavgaya, ağız dalaşına girmeyeceksiniz. Orası kavga yeri değil, orası barış diyarı. Orası değil insanla, toprakla, ağaçla, kuşla, böcekle, bitkiyle barıştığın yerdir. Değil insanın kırılacağı, orada bir dalı bile kıramazsın. Oranın bir kuşuna dahi dokunamazsın. Çekirgesi bile muhteremdir oranın.

Hacc’dasın, İbrahim’in diyarındasın.

Hacc’dasın haremdesin. Mahrem bir bölgedesin, mahremin hürmetine riayet lazım unutma. Muhammed A.S. ın bastığı topraklardasın.

Hacc’dasın o topraklar sana şahit olacak unutma..!

Hacc’dasın, İsmail’in, Hacer’in, Adem’in yürüdüğü eldedesin.

Hacc’dasın, Allah’la sözleşme yapmaya geldin. Allah’la konuşmaya geldin, kendinle tanışmaya geldin. Kendisiyle tanışmaya gelen bir insan başkasıyla dalaşır mı?

Hacc’dasın değil insanı, toprağı taşı dahi incitemezsin.

Hacc’dasın, kendinle barışık olmaya geldin..! Kendisiyle barışık olan, başkasıyla savaşır mı?

Onun için, ve lâ cidâle fiyl Hacc Hacc’da kavga yok, tartışma cidal yok. Orası barışın hakim olduğu bir ada. On un için de Hz. Ömer öyle diyor..!
- Babamın katilini eğer haremde bulsam vallahi elimi kaldırmam..!
Hacc’da, o harem bölgede, o muhterem bölgede yılanlar dahi hürdür.

ve ma tef'alû min hayrin ya'lemhullâh Ne ki hayır yaparsanız Allah onu bilir. ve tezevvedû azıklanınız feinne hayrez zadit takvâ ancak iyi biliniz ki azıkların en güzeli, en hayırlısı, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olmaktır. Takva azığıdır.

Bu ayetin tefsirinde müfessirler şöyle bir olay naklederler;

Yemen’liler hacca gelirken azık getirmezler insanlara yük olurlarmış. Onun için de, hatta böyle yapıp arkasından da şöyle derlermiş;
- Biz Allah’a mütevekkiliz..! Çok tevekkül ettiğimiz için hiçbir şey taşımıyoruz.
Deyip insanlara yük olurlarmış. Ama görüyoruz ki ayet, sadece müşahhas bir olaya müteallik değildir. Aslında burada azıkla söylenmek istenen daha derin bir şeydir. Böyle yüzeysel bir mana değildir. O da ahiret azığının hatırlatılmasıdır. Çünkü Hacc, gerçekten de insanın 0 Km. olduğu bir yolculuktur.

Hacc, insanın yüreğine ahiret azığı hazırladığı bir yolculuktur.

Hacc, mahşere yürüyüşün bir provasıdır. Eğer Hacc’da insan yüreğini dolduruyorsa o zaman ahirete de hazır demektir.

İşte mahşerin provası olan hacc’da insana ahiret hatırlatılmakta ve denilmektedir ki;

-
Ey insan, azıkların en hayırlısı, Allah’a karşı sorumluluk bilincidir. Sorumluluğunun bilincinde olursan o uzun, o bitimsiz, o sonsuz yolculuğa çıkabilirsin.
vettekuni yâ ulil elbâb; Ve artık sadece benden korkun ey, öz akıl sahipleri, sadece benden korkun.

Bu ayet böylesine müthiş bir ibare ile bitiyor. “Sadece benden korkun” diyen Rabbimiz, elbette ki başkalarından korkmayın demektedir. Çünkü Allah’tan korkan, kuldan korkmaz.

Onun için de Allah’tan korkan özgür olur. Allah’tan korkmak insana özgürlük verir. Korkuyla özgürlüğün alakası nedir diye soracak olursanız, daha önce ben bir vesile ile bunu tefsir etmiş ve değinmiştim, şimdi tekrar olmak pahasına yeniden söylemek isterim ki; Allah’tan korkarsanız, bir daha Allah dışında hiçbir şey korku sizin yakanıza yapışmaz ve korkunun tutsağı olmazsınız.

Allah korkulmaya layıktır. Allah’tan başkası değildir. Korkulmaya layık olmayandan korkmak, onun kulu haline gelmektir. Allah’ın kulu olmaktan korkmayın, eşyanın, insanın kulu olmaktan korkun. Kula kul olanlar, kuldan korkanlardır. Allah’tan korkanlarsa kula kul olmazlar.
198-) Leyse aleyküm cünahun en tebteğû fadlen min Rabbiküm* feizâ efadtüm min 'Arafatin fezkürullahe 'ındel Meş'aril Harâm* vezkürûHU kemâ hedâküm* ve in küntüm min kablihî le minaddâlliyn;
Rabbinizin lütfunu istemenizde size bir günah yoktur. Arafat'tan indiğiniz zaman Meş'ar-i Haram yanında (Müzdelife'de) Allah'ı zikredin. O'nu, size gösterdiği şekilde zikredin. Doğrusu siz, bundan önce gerçekten sapmışlardandınız.
(e.m.)


(Hac süresi içinde) Rabbinizin fazlından istemenizde bir suç yoktur. Arafat'tan hep birlikte akıp dönerken, Meşari Haram'da (Müzdelife) Allâh'ı zikredin. O'nu, hidâyetinin sizde açığa çıktığı kadarıyla zikredin. Muhakkak ki bundan önce siz (hakikatten) sapmışlardandınız.(A.Hulusi)


Leyse aleyküm cünahun en tebteğû fadlen min Rabbiküm Rabbinizin fazlı kereminden, ihsanından istemenizde sizin, size herhangi bir mahsur yoktur. Günah değildir.

Burada ifade edilen gerçek, cahiliye döneminde biliyorsunuz hacc, aslında muazzam bir ticaret potansiyeli taşıyordu. Bugün de öyle. Mekke halkı tamamıyla rızıklarını Hacca borçluydular. Çünkü hacc vesilesiyle gelen giden insanlar büyük para bırakıyorlardı. Hacc vesilesiyle panayırlar kuruluyordu. Mesela ukas panayırı, zülmecaz panayırı, mecenne panayırı bunlardan üçüydü. Ayrı ayrı zamanda kurulan bu panayırlar, büyük bir ticaret potansiyeline sahipti.

Ancak bazı insanlar, özellikle Hums diye kendilerini sofu olarak tanıtan ve ayrıcalıklı sayan bazı insanlar;

- Biz İhramlı iken ticaret yapmayız..! Derler ve ellerini hiçbir ticaret malzemesine sürmezlerdi. Bunu da sofuluklarının bir gereği olarak gösterirlerdi.

İşte Rabbimiz burada, adetle ibadetin birbirine karıştırılmaması gerektiğini, böyle ucuz sofuluk gösterilerinden uzak durulması gerektiğini, Allah’ın insana dünyadan el etek çekmesini emretmediğini, aksine dünya ve ahiret saadetinin birlikte yürümesi gerektiğini, ibadetin hayatın içinde olması, hayatın ibadetin içinde olmasını, daha doğrusu ibadetin hayatlaşmasını, hayatın ibadetleşmesini tavsiye etmekte. Ve bu ayet işte bize bu gerçeği göstererek şöyle diyor:

Allah’ın fazlı kereminden istemenizde sizin için bir mahsur yoktur. Yani ticaret yapabilirsiniz.

Tabii burada günümüzde hacca gidenler iyi bilirler, Kâbe’yi 7 defa tavaf edenler Çin mallarının, Kore mallarının, Tayvan mallarının satıldığı çarşıları 70 kere tavaf ediyorlar. Yani 1 e 10..!

Herhalde bu ayetin cevaz verdiği durum bu olmasa gerek. Bakıyorsunuz özellikle bu ülkeden giden hacılar, Özellikle Türkiyeli hacılarda görüyorum bunu. Hiçbir yerin hacısı bizim hacımız kadar çarşıyı tavaf etmiyor. Bizim hacımız uzak doğunun o ucuz mallarının etrafında, Kâbe’nin etrafında döndüklerinden fazla dönüyorlar.

Bakıyorsunuz namazı zor bitirmiş, yüreği Kâbe’ye asılı durması gereken hacı, daha namazda selam verir vermez kıblesini çarşıya döndürüvermiş. Kaçarcasına mescid-i haramdan çıkıyor. Oysa ki orada bir dakika, bir dakika demesi lazım. Orada her nefesi değerlendirmesi lazım. Orada bulunmanın hakkını vermesi lazım.

Aslında bu yasak değil elbette ancak saygısızlık. Düşünün, Allah’ın davetlisi olarak varmışsınız. Bir yere davetli gitmişsiniz. Üstelik ev sahibi, rabbiniz sizin. Rabbinizin misafirisiniz. Rabbinizin misafiri olarak vardığınız evde siz çıkmışsınız sokakta ki çengi, köçeği seyrediyorsunuz..! Tefi dümbeleği seyrediyorsunuz..! Ev sahibi ne der buna. Ev sahibine neyiyle bakarsınız, ayıp olmaz mı..!

feizâ efadtüm min 'Arafatin fezkürullahe 'ındel Meş'aril Harâm Arafat’tan, marifet diyarından, kişinin kendisini bildiği ve bulduğu, bulduğu ve olduğu, Hamken olduğu, kişinin kendisiyle barıştığı, Rabbiyle barıştığı Arafat’tan, marifet diyarından çağlayın feizâ efadtüm min 'Arafatin Arafat’tan çağladığınız zaman fezkürullahe 'ındel Meş'aril Harâm Meş’aril Haram’ın yanında Allah’ı anın, hatırlayın. Arafat’tan çağlayıp geldiğiniz zaman..!

efadtüm ibaresi kullanılmış çok ilginç. Bu çağlayıp akmak manasına gelir “efada”, taşmak, akmak, çağıldamak, çağlamak manalarına gelir. Arafat’tan bir insan seli, çağlayıp Müzdelife’ye doğru akıyor. Gidenleriniz bilirler. Arafat, daha yüksekte. Arafat dağının eteklerinden Müzdelife’ye doğru milyonlarca insan sel gibi akarken o manzara gerçekten dayanılası bir manzara değil.

O manzara muazzam ve muhteşem bir manzara. İnsanı büyüleyen bir manzara. Bembeyaz, sanki mahşere yürüyen bir kefenliler ordusu. Allah’ın huzuruna hesap vermek için yürüyen bir kefenliler ordusu..! Bembeyaz bir ordu, barış ordusu, taşın toprağın, ağacın yaprağın, bitkinin suyun, insanın hayvanın kendisinden emin olduğu bir barış ordusu. Milyonlar halinde Arafat’tan Meş’aril Haram’a doğru akıyor marifete ermiş bir halde. Kendini bulmuş ve Rabbini bilmiş bir halde akıyor..! Şimdi neye erecek? Şuura erecek..! Meş’ar da şuura erecek. Meş’ar şuur yeri demektir. Şuura erilen yer demektir. Şiir, şuur, şair, meş’ar, şiar aynı kökten gelirler, akraba kelimelerdir.

Şuur bilinç demek. Bilinçsiz Hacc olmaz. Nerede durduğunuzun, niçin durduğunuzun bilincinde olacaksınız. İşte Meş’ar il Haram’da, yani Müzdelife’de vakfe, şuur üzerinde durmaktır. Yani şura ermektir. Bilince ermektir. Nerede durduğunuzun, niçin durduğunuzun, niçin orada durduğunuzun bilincine ermektir.

Yani dünyada kiminle duruyorsunuz, kime karşı duruyorsunuz, neye karşı konuşlandınız, kiminle yan yana duruyorsunuz, siyasal duruşunuz nedir? Sosyal duruşunuz nedir, akidevi duruşunuz nedir, ilmi duruşunuz nedir.. Dünyada ki olaylarda kiminle yan yana duruyorsunuz.

Falan yerde bir savaş çıkmış, orada kiminle yan yanasınız. Yüreğiniz kimden yana..! Falan yerde falan insanlarla, falan insanlar karşı karşıya, siz hangisinden yana duruyorsunuz..! Ya da daha ötede yüreğinize doğru yolculuk yaparken imanınızdan yana mı duruyorsunuz, şeytanınızdan yana mı..!

Rabbinizden yana mı duruyorsunuz, ahiretten yana mı duruyorsunuz dünyadan yana mı..! Yüceden yana mı duruyorsunuz, alçaktan yana mı..! Geçiciden yana mı duruyorsunuz, kalıcıdan yana mı. Güzelden yana mı. Çirkinden yana mı. Doğrudan yana mı. Yanlıştan yana mı. Hak’tan yana mı, batıldan yana mı çünkü Hak ve batılın, güzel ve çirkinin, doğru ve yanlışın savaşı birimsizdir. Siz kiminle saf tuttunuz.

İşte Meş’ar il Haram bu duruşun mevkiidir, yeridir.

Meş’ar il Haram Arafat’la Mina arasında, Kuzah dağının eteklerinde yer alan bir bölge. Orada ikinci vakfe yapılır. Arafat’tan sonra ikinci vakfe orada yapılır. İnsanlar arefe günü, bayramın hemen bir öncesindeki arefe günü Arafat’ta Gündüz ve akşam Vakfeye durduktan sonra, akşam hava kararınca Meş’ar il Haram’a doğru hareket ederler. Meş’ar il Haram’a gelirler yani Müzdelife’ye gelirler.

Müzdelife, Resulallah’ın duruşuna şahit olmuş bir mekandır. Resulallah orada vakfeye durmuştur. Vakfe yapmıştır. Niçin vakfe yapmıştır diye soracak olursanız o niçinin cevabını da tefsir kitaplarında ve tarihte buluyoruz. Çünkü cahiliye döneminde tam Resulallah’ın vakfe yaptığı Meş’ar il Haram’da ki yerde müşriklerin taptığı, tazim ettiği, saygı duruşunda bulunduğu bir heykel varmış. Taştan bir heykel. İşte tam orada Rabbimiz insanlara Allah’ı anmalarını emrediyor.

Yani tarih değişiyor. Coğrafya değişiyor. Coğrafyanın kaderi değişiyor ve insanların kıblesi değişiyor. Yüreği değişiyor, zihni değişiyor. Yüreği Arafat’ta marifete vererek değişmişti, Meş’ar il Haram’da da şuura ererek, zihni aklı değişiyor.

İşte adeta bir cevaptır şirke Meş’ar il Haram’da, Müzdelife de vakfe, şirke bir cevaptır.
- Ey müşrikler, ey dünyanın tüm puta tapan adamları, bakın İmanın erleri size karşı, sizin putunuza karşı Allah’ı anıyorlar.
İşte onun için bu emir yer alıyor.

fezkürullahe 'ındel Meş'aril Harâm* vezkürûHU kemâ hedâküm ve arkasından gerekçesi ilan ediliyor. Onun sizi doğru yola ilettiği gibi anın.

Yani burada demek istenen şu; Allah size hidayet vererek sizi andı. Siz de O’na kulluk yaparak O’nu anın. Allah size peygamberi göndererek sizi andı, siz de Hacca gelip peygamberin davetine uyarak O’nu anın. Allah size Kur’an ı göndererek sizi zikretti, siz de Kur’an ı okuyup ona uyarak O’nu zikredin. Allah sizi hacca davet ederek sizi zikretti, siz de hacca gelip O’nu anarak O’nu zikredin. Yani karşılıklı bir anıştır. Allah’ı anış aynı zamanda bir teşekkürdür. vezkürûHU kemâ hedâküm siz de O’nu anın. Siz de O’nu zikredin, siz de O’na teşekkür edin, O’nun size hidayet vermesine karşılık;

ve in küntüm min kablihî le minaddâlliyn; Gerekçesi burada yer alıyor. Hani hatırlayın doğrusu siz bundan önce yolunu şaşırmışlardan idiniz. Allah size hidayet verdi. Yolunuzu kaybetmiştiniz, yolunuzu buldurdu. İşte onun için teşekkür mahiyetinde Allah’ı hatırlayın.
199-) Sümme efıydû min haysü efâdanNâsu vestağfirullah* innAllahe Ğafûrun Rahıym;
Sonra insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin. Allah'tan bağışlanmanızı isteyin. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
(e.m.)


Sonra herkesin topluca döndüğü yerden siz de dönün ve (yetersizliklerinizden dolayı) istiğfar edin. Şüphesiz ki Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)


Sümme efıydû min haysü efâdanNâsu vestağfirullah Bunun ardından insanların çağlayıp geldiği yerden siz de çağlayıp gelin ve Allah’a günahlarınızdan dolayı İstiğfar edin. Af dileyin. Allah’tan özür dileyin.

Bu ibare niçin yer aldı sorusunu cevaplayabilmemiz için Tarihi bir malumata ihtiyacımız var, o da şu:

Cahiliye döneminde kendilerine hums diyen, kendilerini ayrıcalıklı gören Mekke müşrikleri, dışarıdan gelen Arapları hille olarak nitelerler ve ayrıcalıklarını da şöyle ispat ederlerdi.
- Biz humstanız yani biz ayrıcalıklı Kâbe’nin hemşerileriyiz, İbrahim’in öz torunlarıyız, dolayısıyla biz Arafat’a çıkmayız. Arafat’a siz çıkın. Biz burada bekleriz.
Onun için onlar Arafat’a çıkmazlardı. Bazı rivayetlere göre Arafa vakfesinin dışında kalan Nemire mescidinin bir bölümüne kadar varıp Arafat mahalline geçmezler, daha sahih rivayetlere göre ise sadece Mina’ya kadar çıkarlar, Müzdelife’ye kadar çıkarlar, Arafat’a çıkmazlardı.

İşte burada Kur’an böyle bir ayrımcılığı kökten reddediyor ve Haccın hep birlikte cemaatle yapılması gereken bir ibadet olduğunu yeniden ilan ederek diyordu ki;
- İnsanların çağlayıp geldiği yerden ey insanlar siz de çağlayıp gelin. Ey Mekkeliler, Ey muhacirin, ey ensar, her kimse kendisini ayrıcalıklı gören, sizin farkınız nereden? Kaldı ki Allah’ın rahmeti cemaatledir. Siz niçin kendinizi ayrı tutuyorsunuz, ayrıksı tutuyorsunuz. Siz de insanların seline karışsanıza..! Eğer damla olarak sele karışmazsanız, buharlaşırsınız. Göle karışın ki göl olun, çöle karışırsanız çöl olursunuz. Siz bir damlasınız. Damlalar göle düşerse göl olurlar, çöle düşerse buharlaşır çöl olurlar.
innAllahe Ğafûrun Rahıym; Günahınızdan af dileyin. Hiç şüphesiz Allah çok affedendir ve merhametle muamele edendir.

Tabii burada Haccın aynı zamanda insan yüreğinin kirlerini arındıran muhteşem bir arınma olduğuna işaret var. Yoksa insan günahına her yerde istiğfar edebilir. İnsan her yerde İstiğfar ile yükümlüdür. Af dilemekle, tevbe etmekle yükümlüdür. Ancak özellikle niçin hacda Estağfirullah buyruluyor. Günahınızdan af dileyin buyruluyor. Çünkü orası insanın Allah’a daha yakın olduğu bir mekan. Orası Adem’in af dilediği mekan. İbrahim’in Allah’a dua ettiği mekan. İsmail’in, Hacer’in, Muhammed’in mekanı orası. Onun için o mekan özelliğe sahip. Ayrıcalıklı bir mekan. Muhterem bir mekan. Onun için o mekanda dilenen af, elbette ki adresine daha çabuk, daha net varacaktır. Onun için Rabbimiz o mekanda istiğfar edilmesini ısrarla ifade buyurmakta.
200-) Feizâ kadaytüm menâsikeküm fezkürullahe kezikriküm abâeküm ev eşedde zikra* feminenNâsi men yekulü Rabbenâ âtinâ fiyddünyâ ve mâ lehû fiyl ahırati min halak;
Nihayet hac ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman, önceleri babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. İnsanlardan kimisi: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!" der. Onun için ahirette hiçbir kısmet yoktur.
(e.m.)


Hac ibadetinizi bitirince babalarınızı anma (âdetinizdeki) zikrinizden çok daha şiddetli şekilde Allâh'ı zikredin. İnsanların kimisi: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der... Sonsuz gelecek sürecinde nasibi yoktur.(A.Hulusi)


Feizâ kadaytüm menâsikeküm fezkürullahe kezikriküm abâeküm ev eşedde zikra İbadetlerinizi tamamladığınızda Allah’ı, babalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta daha da fazla zikredin, anın.

Menâsik kelimesi geçiyor yukarda. Menâsik, Nesük ve mensek kelimesinden türetilmiş çoğul bir kelime. İbadet manasına gelir. Burada özellikle Hacc ibadetlerine isim olmuştur. Haccı oluşturan ritüellere, ibadetlere özellikle menâsik adı verilir. Hacc menasiki olarak kullanılır. Hacc ibadetinizi tamamladığınızda; Allah’ı, babalarınızı andığınız gibi, ya da daha güçlü bir biçimde anın ifadesinden neyi anlayacağız.

Çok ilginç bir ifade dostlar..! Ataları anmak, Allah’ı anmak, niçin bu birbirine karşılık getiriliyor.? Bununla siz şu zıtlığı algılayacaksınız: İnsan, yaptıkları adetse atalarını anar, ibadet ise Allah’ı anar. Atalardan adeti, Allah’ta ibadeti alır. Ataları anarak ibadet olmaz. Yani İbadetler ataların ocağından taşınmaz, Allah’ın ocağından taşınır. Burada bu vurgulanıyor. Ve şu söylenmek isteniyor:
- Ey insanlar, atalarınızın ocağından eğer siz külü taşırsanız adet olur. Közü taşırsanız ibadet olur.
Siz atalarımız yaptı diye sorgulamadan yaparsanız, o zaman atalarınızı hakikatin referansı kılarsınız. Hakikatin referansı geçmiş olamaz. Bir şeyin eskiden var olması onun doğru ve hak olmasının delili değildir. Bir şeyin yeni olması da onun batıl olmasının delili değildir. Yani hakla batılın ölçüsü, eski ve yeniliğine bağlanamaz. Hak ve batılın ölçüsü Allah’a bağlanır. El Hakk olan Rabbimizdendir.

Onun için bir şeyin doğru olup olmadığını o şeyin kadim olup olmadığıyla, eski olup olmadığıyla, atalarınızın o şeyi bilip bilmediğiyle değerlendirmeyin. Mesaj bu burada. Atalarınıza bağlı olarak naklederseniz hikaye olur. Allah’a bağlı olarak naklederseniz zikir olur. İşte bu. İkisi arasındaki fark bu.

Onun için burada da insana hakikatin referansı hatırlatılıyor. Tabi olmanız gereken kaynak atalarınız mı, yoksa Allah’mı..! Yani siz kimin dinine uyacaksınız. Babalarınızın dininden misiniz, yoksa Allah’ın dininden mi? Eğer babalarınızın dininden seneniz işte o zaman babalarınızı anabilirsiniz. Ama Allah’ın dinindenseniz, babalarınızdan daha güçlü Allah’ı anmak zorundasınız.

Tabii bunun bir arka planı var. O da nedir?

Cahiliye döneminde İnsanlar haccı tamamladıktan sonra Mina’ya gelirler, şeytan taşlama bölgesinde şeytanı taşlamadan her kabilenin önde gelen hikayecileri ayağa kalkar, atalarının ne kadar yiğit, ne kadar kahraman olduğunu aktarırlarmış. Bu meyan da akla hayale gelmedik, kurgusal hikayeler anlatırlarmış. Mitolojik şeylerden bahsederlermiş. Avcılıklarından, soyluluklarından, cömertliklerinden v.s.

Tabii ki bir ibadet olan hacc, orada ata tokuşturulan, asabiyet körüklenen bir adet haline döndürülmüş. Oysa ki o bir ibadet idi. Ama cahiliye insanı ibadeti adeta adet haline getirdi. Allah’ı unuttular, atalarını Allah’ın yerine koydular. Hakikatin ölçüsünü Allah olmaktan çıkarıp atalar haline getirdiler. Ve onun içinde; “Atalarımızdan gördüğümüzü yaparız” Dediler. Hz. Peygambere itiraz ederlerken de işte böyle itiraz ettiler.

“Sen atalarımızın yoluna aykırı gidiyorsun.” Dediler.

“Senin getirdiğini atalarımızda görmedik.” Dediler.

“Sen atalarımızın inancını mı reddediyorsun.” Dediler.

İşte Kur’an insanlara hakikatin gerçek referansını, gerçek kaynağını gösteriyor. Ve her tarihin hastalığı, her çağın hastalığı olan atalara körü körüne itaati burada reddediyor.

feminenNâsi men yekulü Rabbenâ âtinâ fiyddünyâ İnsanlardan; “Bize vereceğini sadece dünyada ver.” Diyenler var. ve mâ lehû fiyl ahırati min halak; Böylelerinin ahiretten kesinlikle nasibi yoktur.

Dikkatinizi çekiyor. Lütfen bu ayete dikkat buyurunuz. “Bana vereceğini dünyada ver.” Diyen biri var. Bu birinin kim olduğu önemli değil. Ayetler zaman ve zeminle mukayyet tutulamaz. İşte onun için de sebep-i nüzullere takılıp kalmayın. Bir çok ayetin sebep-i nüzulü meçhulümüz. Bir çoğununda sebep-i Nüzul olarak nakledilen rivayetler sıhhatli değil. Kaldı ki sebep-i Nüzulünü hiç bilmesek te biz bu ayetin sebep-i nüzulüyüz. Her mümin, her iman etmiş kimse, okuduğu ayetin sebep-i nüzul olarak kendisini görmeli. Çağını görmeli. Çağındaki insanları görmeli. Onun için bu ayeti gelin bizi muhatap alan bir ayet olarak tahlil edelim;

Diyor ki, bana vereceğini sırf dünyada ver. Bunu o tarihte birileri söylemiş kuşkusuz. Bunu söyleyen kişi Müslüman değildi herhalde, ama gariptir, Allah’tan istiyor. Allah’tan istiyor ayet açık. Diyor ki; Rabbenâ Âtinâ Ey Rabbimiz bize vereceğini dünyada ver. Diyor. Allah’tan istiyor.

Bu ayetin sebep-i nüzulünde de zikredildiği gibi bunu diyen, bunu isteyen kimsenin cahiliye müşriklerinden olması kuvvetle muhtemel. Allah’tan istemeyi biliyor bakınız. Ama yanlış yapıyor. Neden? Çelişkiye düşüyor. Yaman bir çelişkisi var burada. Hem Allah’tan istiyor, hem de ahireti unutuyor. Allah’tan sadece dünyayı istiyor. Oysa ki Allah’a iman, ahirete imanın olmazsa olmazı. Allah’a inanıp ta ahirete inanmayan biri, Allah’a da inanmamış demektir.

Onun için de Kur’an da İman bahsini işleyen ayetlerde, Allah’a ve ahiret gününe iman yan yana gelir.

..men âmene billâhi vel yevmil âhıri.. (tevbe/18) diye. Bu durumda böyle biri ne yaman bir çelişkiye düşmektedir. Allah’tan isteyeceksiniz, Allah’ın vereceğini bileceksiniz, hatta buna inanacaksınız, üstelik Rabbenâ diyeceksiniz, Allah’ın Rab olduğunu da bileceksiniz ama sadece dünyada vermesini isteyeceksiniz.

İşte bu olmaz..! İşte bu yaman bir akide çelişkisi, inanç çelişkisidir. Buraya itiraz sadedinde ayetin şu son cümlesi geliyor.

ve mâ lehû fiyl ahırati min halak; Ona ahirette hiçbir pay yoktur. Meğer ki dünya da istedi, değil mi ki sadece dünyada istedi, ahiretten pay yoktur.
201-) Ve minhüm men yekulü Rabbenâ âtinâ fiyddünyâ haseneten ve fiyl âhırati haseneten vekınâ azâben nâr;
Yine onlardan: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik ve ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru!" diyenler vardır.
(e.m.)


Onlardan kimi de: "Rabbimiz, bize dünyada da hasene (Esmâ'nın güzelliklerini yaşamayı) ver, sonsuz gelecek sürecinde de hasene (nefsimizdeki Esmâ'nın güzellikleri) ver; (ayrı düşmenin) ateşinden bizi koru" derler.(A.Hulusi)


Ve minhüm men yekulü Kimileri de şöyle der. Tabii aklı başında olanlar. Allah’ı layıkıyla tanıyanlar. Nereye ne kadar yatırım yapacağını bilenler, o kimileri de böyle derler; Rabbenâ Ey güzel Rabbimiz âtinâ fiyddünyâ haseneten Bize dünyada da güzellik ver, ve fiyl âhırati haseneten ahirette de güzellik ver. vekınâ azâben nâr; Ve bizi ateşin azabından, can yakıcı azabından koru. Derler.

Ayette geçen hasene, özü güzel olan her şeydir. Hissi, kavli, fikri, duygusal, düşünsel olarak elde edince insanın sevineceği ve hoşuna gideceği her şeye hasene denir. Mücerret te olabilir, müşahhas ta. Soyutta olabilir, somutta olabilir bu hasene. Ancak Kur’an da aynı kökten türetilen bir kelime daha kullanılır; Hüsna, Özellikle Yunus/26. ayette bu kelime kullanılır. Hüsna ve arkasından ve ziyade gelir. ..ahsenül Hüsna ve ziyadetün… Güzelliklerin en güzeli.

Hüsna kelimesi Kur’an da sadece manevi güzellikler için kullanılır. Paha biçilmeyen, elle tutulmayan, özgül ağırlığı olmayan, lakin hakiki ve kalıcı değeri olan güzellikler için Kur’an da Hüsna kullanılır. Onun için, cennet bir Hüsnadır. Allah’ın rızası bir Hüsnadır. Cemal-i İlahi bir Hüsnadır. Huri, bir Hüsnadır. Hasene değil. Dolayısıyla Hasene, tabii ki hasenenin kapsamına da girer, çünkü soyut ve somut tüm güzellikleri kapsar dedim. Lakin özellikle soyut güzellikler, manevi ve metafizik güzellikler Hüsna ile ifade edilir.

Bu ayetin vermek istediği mesaj çok daha farklı. Ayet ne diyor bakınız…! Kimileri de derler ki; Ey Rabbimiz bize dünyada da ahirette de güzellik ver derler.

Rabbimiz bize Duayı öğretiyor. Duanın en güzeli Kur’an da dır. Onun için Allah’ nasıl yakaralım diye sormayın, Kur’an da size öğretildiği gibi yakarın. Hepinize tavsiye ediyorum, Kur’an da ki duaları ezberleyin ve manalarını da kavrayarak, içinize, yüreğinize sindirerek, zihninize sindirerek mutlaka Kur’an ın size öğrettiği duaları edin.

Bu sınava girmiş bir öğrenciye verilen bir, tabir caizse kopyadır aslında. Rabbinize nasıl yalvaracağınıza dair soruya verilmiş ilahi bir cevaptır Kur’an duaları. Kur’an da ki dua ayetlerini mutlaka ezberleyin ve onlarla Allah’a yakarın, davetiye çıkarın. Göreceksiniz, Allah’ımız kendi verdiği dualarla kendisine yalvarmanızdan memnun olacak, razı olacak. Dualarınız dergah-ı ehadiyyete ulaşacaktır.

Ve bu ayetin tahtında saklı olan o muhteşem manaya asıl dikkat çekmek istiyordum ben, o manayı Alu İmran suresinin 145. ayetinden hatırlıyorum ben. Alu İmran 145 de şöyle diyor:

..ve men yürid sevabed dünya nü'tihi minha* ve men yürid sevabel ahireti nü'tihi minha.. Kim dünya güzelliğini isterse biz ona onu veririz. Ve kim de ahiret güzelliğini isterse ona onu veririz. Bakınız, çok önemli bir uyarı yapılıyor. Yalnız dünyada ver diyene yanında ekstradan bir adet ahiret bedava yok. Yani dünyayı isteyene ahiret promosyon verilmiyor. Lakin tersi böyle değil. Ya Rabbi, bana ebedi saadeti ver diyene, ahiret yanında hediye olarak verildiğini biz Alu İmran suresinin okuduğum ayetinden hemen iki ayet sonraki 148. ayette buluyoruz. Orada ne diyor?

“Allah onlara hem bu dünya nimetlerini, hem ahiret nimetlerini verecektir.” Diyor.

Demek ki dostlar, eğer Allah’ı isterseniz, yanında ekstradan hediye olarak dünyayı alırsınız. Eğer ahireti isterseniz, yanında hediye olarak dünyayı alırsınız. Hem de bedava. Ama eğer sadece dünyayı isterseniz, yanında bedava bir ahiret bulamayacaksınız.

İşte ahireti elde etmek için, yani ben bedava dedim de, dünya bedava değil tabii ki. Ahireti elde etmek o kadar çok zor ki. Onu elde etmek için ömrünüzü vermeniz, hayatınızı Allah yoluna adamanız gerekiyor. O zaman dünyaya bir şey kalmayacak zaten ve Allah’ta sizi mahrum etmeyecek. Allah dünyanın güzelliklerini de size hediye edecek.
- Madem sen ukbanın ebedi değişmez değerleri uğruna hayatını vakfettin, ben de dünyanın geçici değerlerini sana hediye ettim. Diyecektir Rabbimiz.202-) Ülâike lehüm nasıybün mimmâ kesebû* vAllahu Seriy'ul hisab;
İşte onlar için, kazandıklarından bir nasib vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür.(e.m.)


İşte bunlar kazandıklarının karşılığına ulaşacak olanlardır. Allâh, Seriy'ul Hisab'dır (hesabı anında gören). (A.Hulusi)


İşte onlar için kazandıklarından bir pay vardır. Bir nasip vardır.

Yine burada da Alu İmran 148. ayetin mefhubu var. Kazandıklarından bir pay, yani ahiretten kazandıklarından dünyada da bir pay vardır. Böyle anlayabiliriz. vAllahu Seriy'ul hisab; Ey insan niçin şaşırıyorsun. Eline hesap makinesini alıp ta işin içinden çıkamaman doğal. Ya da şöyle deme sakın; “Yahu bu kadar insanın, milyonlarca insanın ömrünün hangi nefesini ne için kaydettiğini, ne için harcadığını, ne için geçirdiğini nasıl hesaplayacak Allah.” Deme sakın. Unutma Allah çok seri hesap yapar. Ve Allah herkesin hakkını herkese tastamam verir.
203-) Vezkürullahe fiy eyyamin ma'dudât* femen teaccele fiy yevmeyni felâ isme aleyhi ve men teahhara felâ isme aleyhi limenitteka* vettekullahe va'lemû enneküm ileyhi tuhşerûn;
Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin (tekbir alın). Bunlardan kim iki gün içinde (Mina'dan) dönmek için acele ederse ona günah yoktur. Kim geri kalırsa ona da günah yoktur. Ama bu, takva sahipleri içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki, siz ancak O'nun huzuruna varıp toplanacaksınız.(e.m.)


Bir de sayılı günlerde (kurban bayramı 2./3./4. günleri) Allâh'ı zikredin (tekbir getirin). Kim iki gün içinde aceleyle işini bitirirse ona bir suç yoktur. Kim tehir ederse ona da suç yoktur. Bu korunan kimse içindir... Allâh'tan korunun (yaptıklarınızın sonucunu kesinlikle yaşatacağı için) ve iyi bilin ki muhakkak sonunda O'na haşrolacaksınız. (A.Hulusi)


Vezkürullahe fiy eyyamin ma'dudât Ve yine Allah’ı sayılı günlerde hatırlayın.

Hani 197. ayetin daha önceki yaptığım ilk cümlesinin tefsirinde; ElHaccü eşhürun ma'lumât.. Hacc, bilinen aylardadır ayetinin tefsirini yaparken bu ayete değinmiştim. O ayeti, bu ayetle açıklamıştım ve bu ayeti acaba hacc bu ayete dayanılarak, yani 197. ayete dayanılarak sadece zilhicce ayının belirli günlerine; 8, 9, 10, 11ve 12. günlerine değil de, bu ayette belirtilen 3 aya yayılsa olmaz mı diye teklif getirenler, böyle bir soru soranlara cevap sadedinde demiştim ki; Olmaz. Çünkü bu ayette fiy eyyamin ma'dudât buyruluyor. Yani sayılı günler.

Sayılı günlerden kastın elbette ki hacc günleri olduğu malum. Teşrik günleri de diyenler var. Özellikle Taberi’nin. Büyük müfessirimiz Taberi’nin alt alta sıraladığı bir çok rivayet, bayram günlerini kastediyor. Lakin ayetin genelinden baktığımızda haccın yapıldığı zilhicce’nin 8 yani arefeden bir gün evvelki gün. Arefeye çıkıldığı Mina vakfesinin, sünnet olan Mina vakfesinin yapıldığı günden bir gün sonra arefe, zilhicce 9, zilhicce 10, bayramın 1. günü, zilhicce 11. 2. günü zilhicce 12, 3. günü. 13.ü de dahil edebilirsiniz buna, bayramın 4. günü. Ama onda ihtiyar var. Seçme hakkı var. Biraz sonra geleceğiz o ayete, onun içinde hepsi bu 5 günde olup biter hacc. 5 gün hacc için farz olan haccı eda için yeterlidir. Bence ayette ifade edilen de bu 5 gündür.

femen teaccele fiy yevmeyni felâ isme aleyh Kim acele ederse onun için bir günah yok, herhangi bir mahsuru yok.

ve men teahhara felâ isme aleyhi limenitteka Yine Allah’a karşı sorumluluğunun şuuruna varmak şartıyla kim de gecikirse, yani orada kalırsa bu süreyi tamamlarsa, ona da bir beis yok.

vettekullahe va'lemû enneküm ileyhi tuhşerûn; Allah’a karşı mesuliyetinizin bilincine varın. Unutmayın ki hepiniz toptan Allah’ın huzurunda toplanacaksınız. Allah’ın huzuruna çıkacaksınız.

Buradaki maksat şudur dostlar. Bu ayette ifade edilen; Kim 2 günde tamamlarsa mahsur yok. Kimde 2 günden daha geriye kalırsa mahsuru yok ifadesi, Mina’da, yani şeytan taşlama mahallindeki vakfedir. Şeytan taşlama işini 2 günde de bitirebilir bir insan, daha fazlaya da 3. güne de sarkıtabilir. Eğer, ki aslında 4 gün sürmeli.

1. gün yani ilk gün bayramın 1. günü 7 taş atar. Sonsuzca savaşa bir göndermedir bu. “Şeytanla savaşım sonsuzca sürecek Allah’ım.” demektir. 7 rakamı Arap dilinde kinayedir. Sonsuzluğu ifade eder. 7 kez taşlamakla, şeytanla savaşının bitimsiz olduğunu ifade eder sembolik dilde.

2. gün 3 şeytana sembolik olarak 7. şer taş atar. 21 eder.

3. gün yine 3 şeytana 7 şer taş atar. Bu da 21 eder.

4. günde yine 3 şeytana 21 taş atar. Toplam 1. gündeki 7 ile birlikte 3 x 21 + 7 = 70 eder. 70 de kinayedir Arap dilinde. Sonsuzluğu ifade eder. Yani sonsuz kere şeytanla savaşım sürecektir. Kötülük odaklarıyla, kötülükle, şeytanla, şeytanı savunanlarla, şeytanın dostlarıyla hiçbir zaman ateşkes yapmayacağım demenin sembolik ifadesidir Hacc da şeytanı taşlamak.

İşte bu eylem bu ibadeti insanlar ilk 2 günde de tamamlayabilirler, 3. güne, hatta 4. güne de sarkıtabilirler. Demek istiyor bu ayeti kerime.

204-) Ve minenNâsi men yu'cibüke kavluhû fiyl hayâtid dünya ve yüşhidüllahe alâ mâ fiy kalbihi ve huve eleddül hısâm;

İnsanlardan kimi de vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözleri senin hoşuna gider ve o kalbindekine Allah'ı şahit tutar. Halbuki O, İslâm düşmanlarının en yamanıdır.(e.m.)
İnsanlardan öylesi vardır ki, dünya hayatı hakkındaki sözü senin hoşuna gider ve o kalbindekine Allâh'ı da şahit tutar... Oysa o, düşmanlarının en yamanıdır. (A.Hulusi)
Ve minenNâsi men yu'cibüke kavluhû fiyl hayâtid dünya İnsanlardan öyleleri var ki, onun sözü dünya hayatına ilişkin sözleri, dünya hakkındaki söyledikleri senin hoşuna gider. Yani hayran eder kendisine, diline bakarsan. Bülbül gibi şakır. Yani dünya konusunda konuşurken bakarsın karga gibi seker böyle, Keklik gibi seker. Fakat..!


ve yüşhidüllahe alâ mâ fiy kalbihi Üstelik bu adam kalbinde olana da Allah’ı şahit tutar. Yani diliyle karşısındakine yüz gördülük, kalbinde olmayan şeyleri söyler. Üstelik, kalbimde de bu var diye Allah’ı şahit tutar. Yani özü sözü bir olduğunu iddia eder. İçiyle dışının aynı olduğunu iddia eder, Allah’ın gördüğünü bile bile Allah’ı şahit tutarak yalan söyler. Yalanların en büyüğü Allah’ı şahit tutarak yalan söylemektir. Onun için yalan yere yemin büyük bir günahtır.

ve huve eleddül hısâm; Ve o, düşmanlıkta da en şiddetli olandır.

Hısâm ibaresini düşmanlık olarak çevirenler olduğu gibi yine büyük müfessirimiz Taberi’nin naklettiği vechiyle hısâm ibaresini düşmanlıkla birlikte yalan olarak ta algılayan sahabi ve tabiin olmuş eski müfessirlerimizden. Onun dışında tartışma olarak; zu cidal diyor bu tefsirler. Yani tartışmayı seven biri.

Bu rivayeti doğru kabul edersek, ki benim tercihim tartışmayı seven, yani üstelik bu adam tartışmayı da pek tumturaklı yapıyor.

3 hasleti var. Haslet değil daha doğrusu 3 rezileti, zaafı.

1 – Konuşmasına bakarsan adamı hayran eder.

2 – Üstelik kalbi ile dili arasındaki hiçbir benzerlik olmadığı. Bu şuna da delalet eder, hayatı ile sözü arasında hiçbir benzerlik olmadığı, hayatı sözünü yalanladığı halde, kalbi üzerine Allah’ı da şahit tutar.

3 – Kendisiyle tartıştığınız zaman harika bir tartışma kabiliyeti vardır. Yani akı kara gösterme konusunda kabiliyetlidir. Beyazı siyah diye yutturabilir insana.
205-) Ve izâ tevellâ se'â fiyl Ardı li yüfside fiyha ve yühlikel harse vennesl* vAllahu lâ yuhıbbül fesad;
İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.(e.m.)


O dönüp gittiği zaman arzda fesat çıkarmaya, insanın ürününü ve neslini mahvetmeye koşar. Allâh fesadı sevmez.(A.Hulusi)


Ve izâ tevellâ se'â fiyl Ard..! Fakat bu adam tevellâ se'â fiyl Ard..! Yeryüzünde iş başına geçerse, tevella’yı arkasına dönmek manasına da gelir, veli olmak, iş başına geçmek, yönetime geçmek, birilerinin yönetimini üstlenmek manasına da gelebilir. Yer yüzünde bir işe geçerse, bir iş yaparsa, bir işin yöneticiliğine gelirse se’â fiyl Ard li yüfside fiyha yer yüzünde fesat çıkarmak için var gücünü harcar. ve yühlikel harse ve ürünü helak etmek için var gücünü harcar, vennesl İnsan soyunu helak etmek için var gücünü harcar. vAllahu lâ yuhıbbül fesad; Allah fesadı sevmez.

Sevgili dostlar Fesat, ıslah’ın zıddıdır. Fesat aslında şu manaya gelir. Bir şeyin doğasını bozmak, bir şeyi yerinden etmek, bir şeyin tabiatına müdalele etmek, bir şeyi olduğu yerden etmektir fesat. Bu durumda şöyle bir bakın içinde yaşadığımız dünyanın fesadını anlarsınız ve içinde yaşadığımız bu dünyada kimin fesat çıkardığını anlarsınız.

Hatırlayınız, deli sana hastalığını bir hatırlayınız. Bir şeyi yerinden etmenin insanlığa neye mal olduğunu görüyorsunuz. İngiltere’de 9 milyon hayvanın canına mal olan, Afrika’da ki tüm açları 100 yıl doyurmaya yetecek olan koca bir servet, sadece bir yıl içinde telef oldu. 9.000.000 hayvan telef oldu. Neden? Sebebi şu; aslında ot obur olan, tabiatı icabı ot yiyen ineklere İngiliz veterinerler daha çok süt versin ve daha çok et tutsun diye, sırf ticari kaygılarla hayvan sakatatını yemlerinin içine katıp yedirdiler. Ot obur olan inekleri et obur hale getirmek istediler. Ve Allah’ta böyle bir bela ile cezalandırdı. Bakınız işte bu fesattır.

Bugün klonlama dedikleri o hadise, kopyalama. Koyun kopyalıyorlar. Bu da bir fesat. Tabiatına dokunma.

Bugün çarpık kentleşme bu da bir fesattır. Yağmur toprağa düşerse rahmettir. Annelerimiz bile hala yağmura Rahmet derler. Nenelerimiz yağmur yapıyor demezler, rahmet geliyor derler. Rahmet yağdı derler. Ama rahmet değil, felaket oldu yağmur. Niçin? Yağmur toprağa düşünce rahmet olur, betona düşünce felaket olur da ondan. Çarpık kentleşme, çarpık yapılaşma, çarpık teknoloji kullanımı, işte yağmuru, rahmet olan yağmuru bir felakete dönüştürür gördüğünüz gibi.

Her şeyde böyle, eko sistemin bozulması, hava kirliliği, ozon tabakasında meydana gelen yırtılma, bütün bunlar ne anlama geliyor?

Yediğimiz yiyeceklerin hormonu ne anlama geliyor? Aslında bir fesat değil mi? Ürünü bozmak değil mi? Bakın açıkça ayette diyor ki ve yühlikel harse Hars, tarla demektir. Aslında genel manası tüm ürünlere verilebilir. Hatta bazı müfessirler bir başka ayetten; Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır, Nisâüküm harsün leküm.. (B/223) ayetinden yola çıkarak burada ki Hars’ü de özellikle aile hayatının bozulması biçiminde te’vil etmişler ki mümkündür, öyle de te’vil edilebilir. Ama zaten vennesl onu ifade ediyor. Neslin bozulması. Zinanın yasaklanması nesli korumak içindi.

Kadınların, muhterem bir mahremiyet sahibi olan hanımların örtünmekle emr olunmasının sebebi de bu. Neslin korunması.

Korunmazsa ne olur? Nesil bozulur. Ürün bozulur. Meyve bozulur. Tabiat bozulur. İnsanın fıtratı dejenere olur.

Ya bu neye yol açar? Bu toplumun kokuşmasına yol açar. Sosyal bir kokuşmaya yol açar. Sosyal kokuşma ise çöküşle neticelenir. Toplumsal çöküş ve yıkılışla neticelenir. İşte tüm toplumsal yıkılışların temellerini araştırınız tarihte, mutlaka aileden, nesilden başlar. Neslin kokuşması sonucunda, bireyin kokuşması sonucunda toplumsal kokuşma gerçekleşmiştir. İşte taa..! suyu başında tutar Kur’an ve daha ilk etapta hastalığın önünü alır. Bir toplumsal rehabilitasyon yapar. İşte bu da o cümledendir.

Ürünü ve nesli helak etmek, ürünü ve nesli bozmaktan söz ediliyor. İşte bu tam bir anarşidir. Aslında fesat anarşinin ta kendisidir. Anarşi sadece bizim terör diye bildiğimiz siyasi çalkantılar ve silahlı muhalefet hareketleri değildir. Bilimin anarşisi vardır. Bilimsel fesattır bu.

Teknolojinin anarşisi vardır, teknolojik fesattır. Sosyal olayların anarşisi vardır, toplumsal anarşi vardır. Bireysel anarşi vardır. Hatta Dinsel anarşi vardır. Dinin fesada gitmesi, dinin bozulması, dinin aslından saptırılması, dinin anarşisidir. Din de anarşi çıkarmaktır. Dinde fesat çıkarmaktır. Kitabın bozulması, dinin orijinalliğinin kaybedilmesi, ya da kitabi bir din değil de babalara uygun bir din, dinin fesada verilmesidir.

Yine ırz’ın bozulması, namus telakkisinin bozulması, neslin anarşisidir. Ailenin bozulmasını getirir. Gördüğünüz gibi anarşi sadece siyasal ve silahlı muhalefete ilişkin bir kavram olmamalı. Aslında anarşi kafalarda ve kalplerde başlar. İman, kafadaki ve kalpteki anarşiyi yok eden en büyük iksirdir.
206-) Ve izâ kıyle lehüttekıllahe ehazethül 'ızzetü Bil ismi fehasbühu cehennem* ve le bi'sel mihâd;
Ona: "Allah'tan kork!" dendiği zaman da kendisini onuru (gururu) günah işlemeye sevk eder. Cehennem de onun hakkından gelir. O ne kötü bir yataktır! (e.m.)


Ona: "Allâh'tan (yaptıklarının sonucunu yaşatacağı için) korun" denildiğinde, benliği onu suça sürükler. İşte onun hakkından cehennem gelir. Cidden çok kötü yataktır o!(A.Hulusi)


Ve izâ kıyle lehüttekıllahe ehazethül 'ızzetü Bil ismi fehasbühu cehennem Bu tip birine, “Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde ol, Allah’tan kork, Allah’a karşı sorumluluk duy..!” Diye uyarı yapıldığı zaman ne yapılırdı biliyor musunuz? ehazethül 'ızzetü Gururunu, hemen gurura kapılır, yersiz gururu kendisini günaha sürükleyiverir, Bil ismi hemen kendisini günaha sürükler. fehasbühu cehennem Böylesine cehennem yeter. Bunu cehennem Fahş’ler diyor. Böyle birini cehennem arıtır ancak. Çünkü muzır hale gelmiştir.

ve le bi'sel mihâd; O ne kötü varış yeridir.
207-) Ve minenNâsi men yeşriy nefsehübtiğâe merdâtillâh* vAllahu Raûfun Bil 'ıbad;
Yine insanlardan kimi de vardır ki, Allah'ın rızasına ermek için kendini feda eder. Allah ise kullarına çok merhametlidir.(E.M.)

İnsanlardan öyle kimse de vardır ki, Allâh rızasının kendisinde açığa çıkması için nefsini (benliğini) feda eder!.. Allâh, kullarının hakikatinden Rauf olarak açığa çıkar. (A.Hulusi)Ve minenNâsi men yeşriy nefsehübtiğâe merdâtillâh Bunun karşısında olumlu bir tip koydu. Yukarıda bu ayette, biraz önce işlediğim ayette olumsuz prototip’i koydu. Cehennemin odunu olacak bir tip. Özelliği nedir bunun? Allah’ı hatırlatınca bunun başını dikleştirivermek, Allah’a karşı burnunu havaya dikmesi. Allah’a karşı isyan etmesi. Allah’tan kork, Allah’tan sakın, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde ol denildiği zaman kafasını kaldırması. İşte bunu Allah cehennemin odunu sayıyor.

Aşağıda bir de olumlu bir tipoloji çiziliyor. O tip nasıl bir tip?

minenNâsi men yeşriy nefsehü İnsanlardan kimileri de var ki, öyleleri de var ki; men yeşriy nefsehübtiğâe merdâtillâh Allah’ın rızasını kazanmak için kendilerini feda ederler. Vakfederler. Vakıf insandan söz ediyor. Allah’ın rızasını kazanmak için kendini vakfeden insandan. Vakıf insanı nasıl bir insan..! Tıpkı Alu İmran suresi 32. ayetle (Hayır 35) başlayıp ta devam eden o meşhur hadise de anlatıldığı gibi.

Hani sonuçta İsa gelmişti ya, Meryem vakfedilmişti. Meryem’in annesi Hane vakfetmişti ya. Karnında henüz daha doğmamış yavrusunu Allah’a vakfetmiş ve demişti ki

İz kaletimraetü ımrane Rabbi inniy nezertü leKE ma fiy batniy muharreren fetekabbel minniy (Alu İmran/35)

Hani İmran’ın kadını demişti ki; Ya Rabbi, şu karnımdaki doğmamış yavrumu, her şeyden hür olarak, geleneğin zincirlerinden, geleceğin zincirlerinden, nefsimin zincirlerinden özgür bir halde sırf sana adıyorum, sana vakfediyorum. fetekabbel minniy Benden kabul eder misin Allah’ım demişti. Ve Allah’ta kabul etti. Fetekabbeleha Rabbuha Bi kabulin hasenin.. (Alu İmran/37)Rabbisi onun güzel bir biçimde adadığı bu adağı güzel bir kabul ile kabul etti. ve enbeteha nebaten hasenen Allah kabul ederse ne yapar? Bir çiçek gibi yetiştirdi. Meryem’i bir çiçek gibi besledi. ve keffeleha Zekeriya Zekeriya yı da Zekeriya gibi bir peygamberi de bu çiçeğe bahçıvan etti. Allah hediyenizi kabul ederse, bahçıvanını bir peygamberden seçer.

İşte böyle..! Bunun gibi. Vakıf insanı bu. Allah rızasını kazanmak için varlığını Allah yolunda vakfeder. Varlığını Allah’a adayanın Allah dertlerini satın alır.

Hakim’in Müstevek’in de geçen bir hadis hatırlıyorum. Yaklaşık mealen şöyle bir hadisti.
- Allah’ın dinini kendisine dert edenin, özel dertlerini Allah satın alır.
Allah’ın dinini dert edinmeyeni, Allah dertleriyle baş başa bırakır. Adeta; “Ne halin varsa gör” dercesine. Allah’ın dinini dert edinin ki özel dertlerinizi Allah satın alsın.

İşte burada vakıf insanın vasfını görüyoruz bu hadiste.

vAllahu Raûfun Bil 'ıbad; Allah kullarına karşı şefkatlidir.
208-) Yâ eyyühelleziyne âmenüdhulû fiys silmi kâffeten, ve la tettebi'û hutuvatiş şeytan* innehû leküm 'adüvvün mubiyn;
Ey iman edenler! Hepiniz barış ve selamete girin de şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o sizin aranızı açan belli bir düşmandır.
(e.m.)Ey iman edenler, hepiniz teslimiyete girin, şeytanın (kendini yalnızca beden kabul ettiren düşüncenin) adımlarına uymayın. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır. (A.Hulusi)Yâ eyyühelleziyne âmenüdhulû fiys silmi kâffe Ey iman ettiğini iddia edenler, iddianızı ispat etmek istiyorsanız, silmle, topluca, topluca silm’e girin.

Silm ne demektir. Niçin tercüme etmedim? Tercüme edemedim de ondan. Çünkü silm tek kelime ile tercüme edilmez. Silm 3 manaya birden gelir. Hem teslimiyet manasına, hem barış manasına, hem saadet manasına, hem de selamet, kurtuluş manasına gelir. Silm’e girmekten maksat hepsidir. Bu manaların hepsini yan yana dizin; Allah’a teslim olun, barışa, kendinizle barışmak istiyorsanız Allah’a teslim olun. Allah’la barışın ki kendinizle barışasınız. Kendinizle barışın ki, Allah’la tanışasınız. Allah’la tanışırsanız barışa ve huzura erersiniz. Huzura ererseniz kurtulmuş olursunuz. Hepsi yan yana dizilince Silm’i veriyor zaten.

Silm, teslim olunki saadete eresiniz, saadete erin ki selamete çıkasınız. Kurtulasınız manasını veriyor. Hep beraber Allah’ın barış, saadet, selamet ve huzuruna erişin. Allah’a hep beraber, kayıtsız şartsız teslim olun, manası vardır burada.

ve la tettebi'û hutuvatiş şeytan Şeytanın adımlarını izlemeyin. Yani tersi Şeytanın adımlarını izlemektir manası. Eğer Allah’ın kapısına hep beraber adanmazsanız, yukarıdaki ayetle yan yana düşünelim. Hani yukarıdaki ayet bir teklif getirmişti adeta.

Ve minenNâsi men yeşriy nefsehübtiğâe merdâtillâh Allah’ın rızasını kazanmak için kimileri de var ki varlığını Allah’a adar diyordu ya. Varlığını Allah’a adayan silm’e teslim olmuştur işte. Barışa huzura ve mutluluğa kendisini teslim etmiştir.

Böyle yapmayan ne yapmıştır? Şeytanın adımını izleyen şeytan askeri olmuştur. O barışın değil savaşın askeri. O saadetin değil, felaketin askeri. O huzurun değil, huzursuzluğun adamı. Dolayısıyla o hiçbir zaman kurtuluşa eremeyecek, selamet onu bulmayacak, o selameti. O felaketin adamı çünkü.

innehû leküm 'adüvvün mubiyn; Çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır. Şeytan apaçık düşman. Düşmanını izleyen kimse de akıl olur mu? Düşmanının adımlarını takip eden kimseye ne denir..! Sorarım size. Siz birinin, düşmanını adım adım onun emirlerini yerine getirirken görseniz ne dersiniz o şahıs için. O şahıs için siz ne derseniz, Allah’ta düşmanını izleyen, yani şeytanın adımını takip eden birine onu diyecektir.
209-) Fein zeleltüm min ba'di mâ câetkümül beyyinâtu fa'lemû ennAllahe Aziyzün Hakiym;
Size bunca deliller geldikten sonra yine kayarsanız, iyi bilin ki, Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.(e.m.)


Eğer size bunca apaçık deliller geldikten sonra yine de kayarsanız, iyi bilin ki Allâh Aziyz'dir (yaptığınızın sonucunu karşı konulmaz kudretiyle yaşatır), Hakiym'dir. (A.Hulusi)


Fein zeleltüm min ba'di mâ câetkümül beyyinât Eğer zillete düşerseniz, eğer adımlarınız Allah’ın gösterdiği yolda gitmez de sürçerse min ba'di mâ câetkümül beyyinât sizce apaçık bu hakikatler geldikten sonra eğer tökezlerseniz, Allah yolunda yürümeyip te zillete düşerseniz, burnunuz yere sürtülürse;fa'lemû ennAllahe Aziyzün Hakiym;
Cevaba bakınız dostlar cevaba, şöyle olur böyle olur demiyor. Zaten zillete düşersiniz, size daha ne intizar, ne beddua gerekir ki..! Ne diyor; Siz zillete düşseniz de Allah aziyzdir diyor.

Yani siz Allah’ın yolunu takip edememekle, etmemekle Allah’ın bir şeyi mi eksilir zannediyorsunuz. Allah’a ne katkınız olacak ki sizin, Allah’tan ne eksiltesiniz. Allah aziyzdir, İzzeti kendisindendir, şerefi kendisindendir. Size bağlı değildir ki, ama sizin şerefiniz Allah’a bağlıdır. Allah’ı bırakırsanız şerefsiz olursunuz. İzzetinizi kaybedersiniz. Onurunuzdan olursunuz. İnsanlık onurunuzu yitirirsiniz, kimliğinizi kaybedersiniz. Rezil olursunuz. Kendiniz için Allah’a bağlanın. Teslim olmakla Allah kazançlı çıkmayacak. Allah’a teslim olmakla kazançlı çıkacak bir taraf var, o da Allah’a teslim olan kişidir. Siz kazançlı çıkacaksınız. Niçin Allah kazançlı çıkmayacak? Çünkü Allah’ın size ihtiyacı yok, sizin Allah’a ihtiyacınız var. Çünkü Allah aziyzdir ve her işinde hikmet sahibidir.

Eğer sorarsan, peki o zaman insanı niçin yaratmıştır. Kendisine isyan edeceğini bile bile niçin insanı yaratmıştır derseniz bir tek cevabı var..! Çünkü O hakiym..! Hikmeti vardır, hikmetsiz iş yapmaz. Hikmeti nedir diye soracak olursanız; Kötü olmasaydı iyinin kıymetini, Kafir olmasaydı müminin, küfür olmasaydı imanın kıymeti nasıl bilinirdi. İşte hikmeti de budur.
210-)Hel yenzurûne illâ en ye'tiyehümüllâhu fiy zulelin minel ğemâmi vel Melâiketü ve kudıyel emr* ve ilAllahi turceul umûr;

Onlar sadece gözetiyorlar ki, Allah, buluttan gölgelikler içinde meleklerle birlikte geliversin de iş bitiriliversin. Halbuki bütün işler Allah'a döndürülüp götürülür.(e.m.)


Onlar Allâh'ın, yanında meleklerle bulutlar içinden gelip, işlerini bitirmesini mi bekliyorlar! Her oluş Allâh'a döndürülür. (A.Hulusi)


Hel yenzurûne illâ en ye'tiyehümüllâhu fiy zulelin minel ğemâmi Şimdi siz Allah’ın bulutların gölgeleri arasından çıkıp gelmesini mi bekliyorsunuz, vel Melâiketü meleklerini de yanına alarak, melekleriyle birlikte Allah’ın bulutların gölgeleri arasından çıkıvermesini, çıkagelmesini mi bekliyorsunuz? Böyle bir şey mi gözlüyorsunuz ve kudıyel emr Eğer böyle olsaydı iş bitmiş olurdu. Yani işiniz bitirilirdi böyle olsaydı. ve ilAllahi turceul umûr; ve tüm işler Allah’a gidecektir. Yani her şeyin akıbeti Allah’a varacaktır.

Bu ayette ne denilmek istenildiğini anlamak için bir sonraki ayetin konusunu bilmek lazım. Hemen arkadaki ayet; İsrail oğullarından söz ediyor. Bu ayette bana bu surenin 55. ayetini hatırlattı. Hatırlayın o ayeti işlemiştim ne diyordu;
Ve iz kultüm ya Mûsâ len nu'mine leke hatta nerAllahe cehraten, ..
Hani demiştiniz ki ey Musa Allah’ı açıkça görmedikçe biz sana inanmayız.

feehazetkümussa'ıkatü Hemen onları bir yıldırım alıverdi.

Şimdi Ayet-i kerimeyi hatırlıyoruz ve bu ümmete bir, tembih var bu ayette. Ey Ümmet-i Muhammed, İsrail oğulları gibi Yahudileşme, sen ne bekliyorsun, Allah’ı açıkça görmek mi istiyorsunuz, işte bu ayetler şu vahiy Allah’tan nazil oluyor. Bunu gördükten sonra hala Allah’ı görür gibi iman edemez misiniz.

Budur aslında. Böyle bir söz Allah’tan başkasından nasıl indirilebilir ki..! Şu sözleri okuyup, şu sözleri gördükten, şu sözler nazil olduktan sonra hala Allah’a görür gibi iman edemiyorsanız, Allah’ı görseniz de iman edemezsiniz. Zaten göremezsiniz de. Çünkü gözünüz kör demektir. Daha siz şu sözleri dahi göremezken nasıl Allah’ı bizatihi görmek görmek talep edersiniz..!

Bu çarpık bir mantık aynı zamanda. Çarpık, çünkü Allah gibi aşkın bir varlığı, içkin bir şey zannetmek. Özgül ağırlığı olan bir şey zannetmek. Bu ne demektir? Bu şu demektir; Acziyyetini bilememesi. Acziyyetini bilemeyen Allah’ı görmek ister. Acziyyetini bildiği zaman vazgeçer. Çünkü yetersizliğini anlar. Çünkü bu göz aşkın olanı göremez. Evet..! Bu göz onu idrak edemez. La tüdriküHUl ebsaru.. (Enam/103) Gözler O’nu idrak edemez. Velakin; ve HUve yüdrikül ebsar O gözleri idrak eder. Değil mi? Gözler O’nu idrak edemez, kavrayamaz, kapasitesi yetmez. Ama O gözleri idrak eder, O gözlerin sahibini idrak eder. İşte bu denmek isteniyor.

ve kudıyel emr eğer böyle olsaydı iş bitmiş olurdu. ve ilAllahi turceul umûr; Ve dönüş, işlerin tümünün dönüşü Allah’a dır.
211-) Sel beniy isrâiyle kem âteynâhüm min âyetin beyyinetin, ve men yübeddil nı'metAllahi min ba'di mâ câethü feinnAllahe şediydül 'ıkab;
İsrail oğullarına sor: Biz onlara ne kadar açık âyetler vermiştik. Fakat Allah'ın nimetini her kim kendisine geldikten sonra değiştirirse, şüphe yok ki, Allah'ın azabı çok şiddetlidir. (e.m.)


Sor İsrailoğullarına; Biz onlara nice apaçık işaretler verdik. Kim kendisine geldikten sonra Allâh nimetini değiştirirse, (bilin ki) Allâh yapılanın karşılığını hakkıyla ve şiddetle verir. (A.Hulusi)


Sel beniy isrâiyle kem âteynâhüm min âyetin beyyinetin Sor İsrail oğullarına sor, onlara nice açık mesajlar verdik.

ve men yübeddil nı'metAllahi min ba'di mâ câethü feinnAllahe şediydül 'ıkab; Kim Allah’ın kutlu mesajlarını nimet diye geçiyor, Allah’ın mesajı nimetmiş. Allah’ın insanla konuşması nimetin en büyüğüymüş. Allah’tan nimet isteyen insanlar, alın size nimetin büyüğü diyor adeta Kur’an. Çünkü Hidayetten büyük nimet i olur..! Kim Allah’ın indirdiği kutlu nimete, kutlu mesajları değiştirirse; min ba'di mâ câethü kendisine geldikten sonra değiştirirse feinnAllahe şediydül 'ıkab; İyi bilsin ki mutlaka Allah’ın azabı çok şiddetli olacaktır.

Burada, bu ümmetle İsrail oğulları arasında doğrudan bir irtibat kuruyor. İsrail oğullarına sor diye girdi ayete Cenab-ı Hak. İsrail oğullarına sor..! Çok ilginç, bir önceki ayet, hiç alakası yok gibi duruyordu. Hemen bir sonraki ayette 211. ayette sözü İsrail oğullarına. Niçin İsrail oğullarına sor..! Sor onlar beni iyi tanırlar dercesine adeta. Onların başından neler geçtiğini sor da anlasınlar, ve sor onlara ki onların akıbetine uğramayasınız. Siz de onların yaptığı gibi Yahudileşip onların sonuna ulaşmayasınız. Onların vardığı noktaya siz de varmayasınız.
212-) Züyyine lilleziyne keferul hayatüd dünya ve yesharûne minelleziyne âmenû* velleziynettekav fevkahüm yevmel kıyâmeti, vAllahu yerzuku men yeşâu Bi ğayri hisab;

Dünya hayatı, inkar edenler için bezendi. (Onlar), iman edenlerle eğleniyorlar. Halbuki takva sahibi olan o müminler, kıyamet günü onların üstündedir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.
(e.m.)


Dünya hayatı süslenip bezendi kâfirler için (hakikatlerini inkâr edenler süslü dış dünyaya yönelirler)! Onlar, (bu yüzden) iman edenlerle alay ederler. Oysa o korunan iman edenler, kıyamet günü onların fevkindedir. Allâh dilediğine hesapsız rızık verir. (A.Hulusi)


Züyyine lilleziyne keferul hayatüd dünya İnkar eden ve inkarında direnenlere dünya hayatı süslü göründü. Evet, süslü göründü. Görünme meselesi dostlar, olma meselesi değil. Bakış meselesi dostlar. Neye nasıl baktığınızla, baktığınızı belirliyorsunuz aslında. Bu şey ne kadar güzel diyen aslında ona güzellik verendir. Onu güzel görendir anlatabiliyor muyum..! Güzelliği gözünüzde arayın. Baktığınızdan önce bakışınızda arayın. Çirkinliği de baktığınızdan önce bakışınızda arayın.

Hani Leyla’yı görmüşler de vay be demiş bu kıza da vurulunur muymuş..! Mecnun bunun nesine deli olmuş ki..! Mecnun bunu duyunca; Gel bir de benim gözümle bak Leyla’ya..! Öyledir. Bakışınız çok önemli. Neye nasıl bakarsanız öyle görürsünüz. Ama tabii öncelikle görmeniz lazım ki güzel, çirkin olduğunu fark edebilesiniz. Ahireti görmeyen dünyayı nasıl değerlendirir. Ahireti de göremediğinize göre bir şart kalıyor, görür gibi inanmak. İhsan budur işte. Görür gibi inanırsanız, dünyanın geçiciliğini, ahiretin yanında dünyanın güzelliğinin adının dahi anılamayacağını anlarsınız. Sadece dünyada gördüğünüz güzelliklerin, ahirettekilerin çok kötü bir kopyası olduğunu anlarsanız. Ahirettekilerin bir benzeri, yani kopyası olduğunu anlarsınız. Asıllarının ahirette olduğunu anlarsınız. Ahireti görür gibi olursunuz o zaman. Onun için bu da bakışa bağlıdır.

Züyyine lilleziyne keferul hayatüd dünya ve yesharûne minelleziyne âmenû Evet, onlar, iman edenlerle kafirler, dünyayı süslü gören kafirler, iman edenlerle alay ederler. İlginçliğe bakınız. Dünyayı süslü görmekle kalmaz bilin, dünyaya imrenmeye başladı mı, ahirete sırtını dönüp te dünyaya yüzünü dönülmeye başladı mı, dünyevileşmeye, Yahudileşmeye başladı mı biri, bu sefer ahiret için bir şeyler hazırlayana, dünyanın geçiciliğini gören hakiki müminlerle alay etmeye başlarlar. Onlarla dalga geçmeye başlarlar. Çünkü anlamazlar. Anlayamazlar.

Evet..’ Anlayamazlar. Sizi niçin gece yarısı uykunuzu bölüp te namaza kalktığınızı anlayamazlar. Sizi niçin bir örtü için, örtünüze sahip çıkmak için yıllarca okuduğunuz okulu bıraktığınızı anlayamazlar. Sizin niçin bir vakit namazı kılamamaktan dolayı işi terk ettiğinizi anlayamazlar. Sizi niçin kendisinin ömür boyu vermediği ve veremeyeceği serveti, parayı, Allah rızası için, Allah yoluna döktüğünüzü anlayamazlar. Algılayamazlar. Sizin niçin, ona üste para verseniz o vakitte uykusundan uyandıramayacağınız halde sizin üste para verilmeden, hatta hatta üste para vererek Allah’a ibadete koştuğunuzu anlayamazlar. Anlayamazlar. Zorlanırlar. İşte alay etmeleri de bu yüzdendir.

velleziynettekav fevkahüm yevmel kıyâmeti Fakat..! Bilince erenler, Allah şuuruna ulaşanlar, kıyamette onlardan konum olarak üstün olacaklar. Bu bir gerçek. Ne kadar alay ederlerse etsinler iman eden insanlarla. Onlar alçak olacaklar. Onların ebedi hayattaki konumu daha alçakta yer alacak. Budur.

Aslında dünyadaki konumları da budur, ancak dünyada giydirilmiş kereste gibi olduklarından maskelerin arkasına saklanırlar.

vAllahu yerzuku men yeşâu Bi ğayri hisab; Allah istediği kimseyi hesapsız olarak, sınırsız olarak rızıklandırır.

Niçin böyle bitti derseniz bu ayet, yani sadece ahirette yüksekte olmazlar, Allah dilerse o müminleri dünyada da onlardan yüksek yapar. Servet olarak, bilgi olarak, konum olarak, siyasal konum olarak, iktidar olarak onları da yücede yapar. Ama tabii Allah’ın istemesi için dünyada bazı kurallar var. Bu kuralların başından ne geliyor, Ve en leyse lil İnsani illâ ma sea; (Necm/39) Çalışmak ve çaba göstermek geliyor. Eğer siz çabanızı onlardan daha fazla gösterirseniz, dünya sizindir. Dünyada da var size. Ancak size torpil geçilmez dünyada. Yani çalışırsanız elde edersiniz, kazanırsınız.

Biraz önce söylediklerim de bunu naksetmez. Yani ahireti isteyeni dünya yanında hediye verilir dememden maksat dünyayı beleş alırsınız değil. Dünyayı fazladan hak ettiğiniz için verilir. Bu nedir? Hacer’in koşusuna benzer bu. Hacer gibi Allah için bir çölün ortasına bebenizle beraber bırakılıyorsunuz. Sizi bırakıp gidecek İbrahim. Soruyorsunuz beni burada kime bırakıyorsun, ve diyor ki İbrahim, Allah’a bırakıyorum. O halde Allah bana yeter diyorsunuz.

İşte bununla Allah’ı tercih ediyorsunuz. Varlığınızı Allah’a adıyorsunuz. Adamakla kalmıyorsunuz, su aramak için iki tepenin arasında bayılana kadar koşuyorsunuz..! İşte bu, suyu bulmanız için bu yeterli. Dünyada veriliyor size, sadece ahiret değil. İşte dünyanın verilmesinden kastım budur değerli dostlar.
213-) KânenNâsu ümmeten vahıdeten febe'asellahün Nebiyyiyne mübeşşiriyne ve münziriyn* ve enzele mealhümül Kitâbe Bil Hakkı liyahküme beynenNâsi fiymahtelefû fiyh* ve mahtelefe fiyhi illelleziyne ûtûhu min ba'di mâ câethümül beyyinatü bağyen beynehüm* fehedAllahulleziyne amenû limahtelefû fiyhi minel Hakkı Bi izniHİ, vAllahu yehdiy men yeşâu ilâ sıratın müstekıym;
İnsanlar tek bir ümmetti. Ayrılmaları üzerine Allah, rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile ilgili kitap indirdi ki, insanların, aralarında ihtilaf ettikleri şeyler hakkında hakem olsun. Bunda da sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra tuttular, aralarındaki hırs ve kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah kendi izniyle, iman edenleri, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola iletir. (e.m.)


Bütün insanlar bir zamanlar tek bir topluluk idi. Müjdeleyici ve uyarıcı olarak Allâh, Nebileri bâ's etti (nübüvvet kemâlâtını onlarda açığa çıkardı). Onlar yanı sıra, ayrılığa düştükleri konularda aralarında hükmetmek için, Hak olarak Kitabı (hakikat ve Sünnetullah bilgisini) inzâl etti. Kendilerine Kitap verilmiş olanlar, apaçık deliller gelmesine rağmen, kıskançlık yüzünden onda ihtilafa düştüler. Allâh, biiznihi (nefslerindeki Esmâ bileşiminin elvermesiyle) iman edenleri, onların ayrılığa düştükleri konuda, hidâyete erdirdi. Allâh dilediğini dosdoğru yola erdirir. (A.Hulusi


KânenNâsu ümmeten vahıdeten İnsanlar bir zaman bir tek ümmet idi. Bu cümleden hemen sonra İbn. Mes’ut un kıratında bir ibare var. Fahtelefu ihtilaf ettiler. Ayrılığa düştüler, tartışmaya düştüler. Ki bu kıratı kabul etmeyen meşhur kıraat sahipleri dahi bunu bir tefsir olarak buraya yerleştirmişler. Tefsir sadedinde bunu böyle görmüşler. İnsanlar önceleri ilk anlarda bir tek ümmet idi bir tek toplum idi, sonra ihtilafa düştüler.

febe'asellahün Nebiyyiyne mübeşşiriyne ve münziriyn Allah onlara uyarıcı ve müjdeleyici, cennetle müjdeleyici, ve Allah’ın gazabıyla ve cehennemle uyarıcı peygamberler gönderdi.

ve enzele mealhümül Kitâbe Bil Hakk Hakikati ortaya çıkaran onlarla birlikte kitaplar indirdi.

liyahküme beynenNâsi fiymahtelefû fiyh Üzerinde ayrılığa düştükleri, ihtilaf ettikleri konularda insanlık hakkında hüküm vermek için, insanlığın üzerinde ihtilaf ettikleri meselelerde Allah hüküm verilsin diye onlara kitaplar indirdi.

ve mahtelefe fiyhi illelleziyne ûtûhu min ba'di mâ câethümül beyyinatü Bu sefer ne oldu, bir problem daha yaşandı. Kendisine kitap verilen insanlar, kitap geldikten, kendilerine apaçık hakikatin belgeleri geldikten sonra onda ihtilafa düştüler. Yine ihtilaf ettiler. Ne sebebiyle, bağyen beynehüm aralarındaki, ihtiras ve hırs sebebiyle. Düşmanlık sebebiyle, kin sebebiyle yine ihtilaf ettiler.

Yani kendilerine kitap gönderdiğimiz ümmetler de bu sefer ihtilaf etti. İnsanlık destanının bir ayette özeti veriliyor, bakın..! Bakın..! Siz insanlık destanının sabahını, öğlesini, ikindisini bu ayette bulursunuz. Onlar da ihtilaf ettiler. Sırf ihtirasları sebebiyle.

fehedAllahulleziyne amenû limahtelefû fiyhi minel Hakkı Bi izniHİ Bu sefer ne oldu, Allah tekrar o ihtilafa düşenleri, imanlarında samimi iseler onların arasından iman edenlere doğru yolu tekrar gösterdi. İnsanlığın destanının özeti geçiyor. Tekrar onları hidayete erdirdi, hakikate sevk etti. Bi izniHİ izniyle. Allah’ın izni ile onlar tekrar imanları sebebiyle hakikati buldular.

vAllahu yehdiy men yeşâu ilâ sıratın müstekıym; Allah dilediğini dosdoğru yola eriştirir.

Burada söylenmek istenen dedim insanlık destanının kısa tarifi. Adeta Adem peygamberden başlayıp insanlık önce hakikate inanan bir avuç, tek pare bir toplumdu. Daha sonra bozuldular, ihtilaf ettiler. Allah peygamber gönderdi, kitap gönderdi, bu sefer de kitap üzerinde ihtilaf ettiler. Kitap üzerinde ihtilaf edenlerin iman edenleri kitapla ihtilaflarını hallettiler. Allah daha sonra bir daha peygamber gönderdi, bir daha kitap gönderdi.

Bakınız tıpkı Muhammed AS. ile gönderdiği gibi. İbrahim peygamberi göndermişti, ihtilaflarını çözmüşlerdi, ancak ondan sonra üzerinden zaman geçerek ne yaptılar? Tekrar ayrılığa düştüler, asıl akideyi yitirdiler, Muhammed AS. tekrar bu ana kaynaktan bir kitapla geldi. Bu sefer yine iman edenler yine ana kaynağı buldular. Allah işte insanlığa böyle hidayet eder buyruluyor. Allah’ın hidayet ettikleri arasında olmak niyazıyla..!

Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn vel hakku lil müttakın”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder